26 Şubat 2015 Perşembe

EMANET

BU HİKAYE GERÇEKTEN YAŞANMIŞ OLAYLAR ÜZERİNE KURGULANMIŞTIR.İsimler, mekanlar ve yaşlar ve diğer tüm bilgiler tarafımdan uydurulmuştur.

*********************************************************************************

Hasan 2,5 yaşındaydı. Güleç gürbüz bir erkek çocuğu. Derya'nın ilk çocuğu. İlk göz ağrısı. Nasıl büyüttü onu, herkes bilir.  Doktordu Derya. Oğlu doğunca bırakmak zorunda kaldı. Ya oğlu kendisinden uzak büyüyecekti ya da işinde yükselecekti. Kıyamadı bebeğine. Kıç kadar doğum izninin bitiminde işe geri dönmedi istifa etti.

Hasan o kadar güzel bir çocuktu ki bazen öpmeye kıyamazdı.

Oturdukları apartmana 1 sene önce taşınmışlardı. Yanda bir komşusu vardı; Gülizar Hanım, kendisinden yaşça büyük, biraz dertli ama kafa kadın. Bunaldığında bir kahve için kapısını çalınca hep güler yüzle karşılardı. İki de oğlu var; biri 14 yaşında biri 6.  Yalnız çocuklar biraz sıkıntılı. İkisi de agresif çocuklar. Hasan ilk başta onlarla oynamaktan keyif almasına rağmen artık oraya gitmek istemiyordu. Çok da önemli değildi zaten fazla samimi olmamışlardı...

Derya çok takılmadı bu duruma. Kavgacı çocuklar işte Hasan belli ki artık gerginliklerinden hoşlanmıyordu.

Aslında Derya Hasan'ı Gülizar Hanımlara bırakmazdı ama o gün mecbur kaldı. Çünkü Hasan artık kreş çağına geldi, kreşe gidecekti; kendisi de iş bakıyordu. Hatta yakın bir semtteki  poliklinikle görüşmüş ve  randevu almıştı.  En fazla bir buçuk saate geri dönecekti. Bu nedenle sıkıntı olabileceğini düşünmedi.

"Tamam canım lafı mı olur" dedi Gülizar. Biraz da tedirgin Hasan'a baktı. Sanki rahatsız olmuş gibiydi ama "Gel oğlum" dedi. Hasan'ı tuttu elinden. Hasan ise ürkekçe annesine baktı, sanki dudağını büzdü gibi geldi Derya'ya ama Gülizar hoşçakal demiş kapıyı kapamıştı bile.

Derya asansöre bindi.

Sıfıra bastı.

Aynada kendine baktı, kaşlarını düzeltti göz kalemi biraz akmış onu sildi. Hasan dudağını mı büzdü dedi kendi kendine. Göz göze geldi kendisiyle. Bi garipti sanki. Yok ya dedi hadi yürü o da sen de alışmalısınız ayrı kalmaya artık.

Apartmandan çıktı. Bir sürü şey geçiyordu kafasından, "Bu poliklinik iyi" dedi, "hem benim tecrübelerim de yeterli burası için, maaşta da anlaşırsak olur", dedi kendisine. Tecrübe demişken "CV yi de güzel hazırladım" dedi, elini çantasına attı CV'sini aradı.. Güzel bir dosyaya koymuştu, dosya nerede, "Tüh Allah Kahretsin evde unuttum". Koştu geriye. Koşarak hemen apartmana geri girdi. Asansörü çağırdı. 5nci kata çıktı. Asansörden çıkınca hemen karşıdaki daire Gülizar Hanımın ki. Kapı aralık, eşiğe ayakkabı sıkıştırmış. "Allah allah" dedi; kapıyı itti, "bari  Hasan'ı  bi kere daha öpeyim."

***

Giriş kapısı uzun bir koridora açılıyordu. Koridorun ilk sağında mutfak var ki Gülizar Hanımın genellikle bulunduğu yerdi. Mutfak boştu. İkinci sağda salon. Salon da boştu.

Çok tedirgin oldu. "Allah allah Gülizar Ablaaaa Hasaaaan" diye seslendi. Soluklanmadan bir kere daha "Hasaaaan " dedi. Kalbi öyle atmaya başladı ki. Koridor sağa kıvrılıyor ve ilk solda Gülizar'ın büyük oğlu Cihan'ın  odası var. İçi sıkıldı. Kapının kolunu eğdi. Kapıyı açtı.


*********************************************************************************

Bayılacak gibi oldu. Belki de bir an için kalbi durdu. 

Cihan apar topar kemerini bağlamaya çalışıyordu. Cihan'ın kardeşi Hakan yatağın üzerinde oturuyor, boş boş bir sağa bir sola bakıyordu. Hasan ise belinden aşağısı çıplak şekilde yerde oturuyordu. Suratı korku dolu. Korkusu ne olduğunu anlamadığındandı. Annesini görünce yüzü aydınlandı. Herhalde annesi kendisi korktuğu için geldi sandı. Kahraman annesi, onu nasıl da kurtardı!!!

Derya öyle bir haykırdı ki sanki gırtlağını yırttı. .Bağırdıkça yırtılıyordu. Koşarak Hasan'ı kucakladı. Kilodunu ve pantolonunu aradı, yatağın kenarında. Damarları zonkluyor, elleri titriyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu durmaksızın.

Evin kapısı kapandı. Çığlıkları duyan Gülizar Hanım koşarak geldi. Deryayı ve Hasanı o halde görünce ağlamaya başladı. Cihan'a vurmaya başladı. Sonra birden durdu, mutfağa koştu. Elinde oklava koşarak Cihana saldırdı. Öyle bir hırsla dövmeye başladı ki artık Hasan da Gülizar'ın küçük oğlan da ağlamaya başlamıştı. Ağlamalar Gülizar'ın ağlamasına ve iniltilerine karıştı " Allah senin belanı versin, yettin artık, yettin yettin ! Artık haddini aştın her şey dökülsün ortaya, çürü hapislerde ben de kurtulayım şu yavrum da kurtulsun" Konuştukça daha hırslanıyor hırslandıkça vuruyor, siniri geçmiyordu.

********************************************************************************

Derya ise kucağında Hasan çoktan eve geçmişti. Kocasını aradı. Hıçkırıklarla anlattı gördüklerini. "Bekle" dedi kocası "geliyorum"

Derya Hasan'ı banyoya soktu, Hasan'ı daha fazla korkutmamak için ağlamayı kesmişti. Yıkama bahanesiyle vücudunu kontrol etmek istedi, Eline sevdiği oyuncaklarını vermişti, sırtını bacaklarını her yerini en önemlisi de makatını Hasan'ı tedirgin etmeden inceledi. Allah'tan doktordu ve tecavüzün fiziksel belirtilerini anlayabilecek durumdaydı, bir de kafasını toplayabilse.

Hasan vakitsizce banyoya sokulmasına şaşırmış olsa da suyu sevdiğinden itiraz etmedi elinde banyo oyuncaklarıyla oyalanıyor arada şaşkınca annesine bakıp bir şeyler söylemeye çabalıyordu.

Derya makatta hafif kızarıklıktan başka bir şey göremedi. Biraz içi rahatladı ama kesin olarak bilemezdi... 

15 dakika sonra apartmana polisler girdi. Deryaların kapısı çalındı. 

Derya çocuğun yanında konuşmak istemedi, polisler Cihan'ı alıp götürdüler.

*********************************************************************************

Derya ve eşi avukatın ofisinden içeri girdiler. Çaresiz, üzgün bir vaziyette.Durumu özetledi Derya. "Mahvolduk" dedi, "Mahvettiler bizi" tekrar ağlamaya başladı.
Avukat yerinden kalktı ve Derya'nın yanına bir sandalye çekti, "Derya Hanım merak etmeyin, mahvolmadınız; gizlilik talep ederiz, kimse bir şey öğrenmez, olayların detayını Cihanla konuşunca öğreneceğim, içiniz rahat olsun"

O gün avukat olayın küçük bir taciz meselesi olmadığını anlamıştı.

*********************************************************************************

Avukat ıslahevine gitti, Cihan'ı görmeye. Kafasında canlandırdığı gibi pislik bir görüntüsü yoktu. Ürkmüş, korkmuş sararmıştı rengi. "Belki de tipi hep böyledir banane," diye geçirdi içinden,tepkili.

-Cihan , ne ile suçlandığını biliyor musun?
Cİhan gözlerini kaçırarak Evet dedi.
- E, anlatacak mısın, daha önce de tecavüz ettin mi Hasan'a?
Gözleri büyüdü Cİhan'ın:
-Hayır yemin ederim; zaten o gün de etmedim. Annesi geldi.
-Gelseydi edecektin yani!!
Cihan kafasını eğdi. İki elinin arasına aldı başını, "Ağlıyor mu bu ne yapıyor" diye içinden geçirdi avukat "Hay zıkkım utanmadan ağlıyor bir de, bırak ya"
-Cihan, anlatmaya başlasan iyi edersin, bak burada hayatın söz konusu oğlum, hata da ettiysen, ne  yaptıysan anlat ki biz de bilelim ona göre davranalım. Bak Hasan'ın annesi babası mahvoldular, dünyalarını kararttın insanların. Hadi anlat artık saklamanın faydası yok.
Cİhan ağlayarak:
- Yapmadım vallahi yapmadım. Yapacaktım annesi geldi. Bilerek yapmadım, ben,ben isteyerek yapmıyorum bu işleri, engel olamıyorum kendime.
- Nasıl yani neden?
-Ben, ben de yapmak istemiyorum işte içimden öyle geliyor, hıncımı almak istiyorum sadece.
-Kimin hıncını?
-Neyse ne ! Ne önemi var ki, var mı benim duygularımın bir önemi, git burdan niye geldin ki?!!!

Avukat iyice şaşırdı. Altından bir şeyler çıkacak anladı. Cihan'ı sıkıştırdıkça ortaya çıktı ki Cihan senelerce babasının tecavüzüne uğramış.

Avukat şaşkın  ıslahevinden çıktı.

*********************************************************************************
Avukat derhal Gülizar Hanımı arayarak görüşmek istediğini söyledi.

Buluşunca Cihan'la görüşmesini üslubunca anlattı. Gülizar Hanım ağlamaya başlamıştı. Avukat öğrendiklerinin şokuyla ağladığını sanan Gülizar'ın " ah avukat hanım ah bi bilsen" sözüyle kaşlarını kaldırdı. Dahası da mı vardı?

Gülizar Hanım anlatmaya başladı: 

"Bu Cihan'ı çok dövdüm, sövdüm, akıl verdim engel olamadım. Doktora götürmeye korktum. Adımız çıkar hapse girer diye ,mahallede kimsenin yüzüne bakamayız diye, bana sen ne biçim kadınsın derler diye, anlatamadım Avukat Hanım, ah bi bilsen"

"Bu Cihan benim çocuğum mu inanamıyorum. Geberse gitse diye dua etmişliğim çok olmuştur ama sonra pişman olur ağlardım hep, af dilerdim Allah'tan. Ah kuzumun da kanına girdi. O çocuğuma da tecavüz etmiş, ediyormuş da sürekli . Öğrendiğim de  bunu dövdüm bayıldı kaldı öldü herhalde dedim." Sustu, avukata baktı; Avukat bir şey diyemedi.

"Sonra artık dayak da fayda etmemeye başladı, bana musallat olmaya başladı. Anne diyor nolur bir kere yapalım ben dayanamıyorum, Yarabbim bu sapıklığı nereden öğrendi bu çocuk ne yaptılar buna, odasını çekmecesini sürekli kontrol ediyorum uyuşturucu mu kullanıyor diye. Kontrol altında tutmak için, aman kimse anlamasın duymasın diye çok çabaladım. Derya'nın Hasan'ı bıraktığı gün sadece bi bardak şeker almaya alt komşuya indim. Kurabiye yapayım da dikkatleri dağılsın çocukların. Hasan'la benim küçüğü mutfak da yanımda tutuyordum. O şerefsizi de uyardım efendi dur odandan çıkma diye. Bekliyorum ki bir iki sene daha geçsin evden defolsun gitsin. Bunun babası çekip gideli 3 sene oldu. Neyse, o arada alıvermiş ikisini de odaya. Derya da zamanında gelmiş tam. Allah'ım en azından o çocuğu tam zamanında elinden aldı, hem de bizden uzaklaştı bu. Ben tahmin ediyordum ama konduramamıştım babasına, uyuşturucu bağımlısının tekiydi zaten. Ah ben ne yapayım hangisine üzüleyim Allah canımı alsa da kurtulsam"

Avukat donmuştu. Kendini toparladı ve sordu

-"Sİze mi musallat oluyordu?"
-"Evet, yalvarıyor bana bir kere yapalım diye, kaç gece bi baktım yanıma girivermiş yatağa. Döve döve bir hal oldum artık bela okumaktan ben bıktım, bir ara unutuyor sanki bir ara tekrar azıp kuduruyor anlamadım ki..."

Anladım dedi Avukat. Gülizar Hanım, bu işi böyle olmayacak yürüyün Savcılığa gidiyoruz.

*********************************************************************************

Olayın olduğu gün yapılan doktor muayenesinde Hasan'ın tecavüze uğramadığı kesinleşti. Hasan ve ailesi uzun süre psikolojik destek aldı.

Avukat Gülizarı da Cihan hakkında şikayetçi olmaya ve küçük oğluyla beraber psikolojik destek almaya razı etti.

Cihan 7 sene ceza aldı. Kendi yaşı da küçük olduğu için cezasında indirim yapıldı. 

Avukat ise bu davadan sonra kimseye aynı gözle bakamadı.

17 Şubat 2015 Salı

İNTERNETTE ÇOCUĞUN RESİMİNİ PAYLAŞMAK İSTİSMAR MI?

Bugünlerde malum bol bol sapıklığı/ sapkınlığı konuşuyoruz ya geçen gün fotoğraflarımdan birinin altında şöyle bir şey yazılmıştı; bazı sapıklar instagramda paylaşılan çocuk fotoğraflarını çocuk pornosu sitelerine yüklüyorlarmış.Bunun doğruluğunu teyit ettim. Şİkayet üzerine kapatılan hesaplar ve siteler olmuş.

Sapkın ruh haline göre  çıplak bebek resimlerini, iç çamaşırı gözüken kız çocuklarının resimlerini seçip yapıyorlarmış bu işi.

Bundan tam 1 hafta önce paylaştığım bir yazıya bir takipçim "Çocukların fotoğrafını paylaşmak da istismar değil mi?" diye sormuştu. 

Şahsen ben, çocuğum olmadan önce sürekli çocuklarının fotoğrafını paylaşan kadınlara anlam veremezdim. Çocuğum olunca anladım ama. İnsan çekip çekip göstermek istiyor herkese. Mesela ben sürekli oğlumun videolarını resimlerini elimde telefon insanlara gösteriyorum bakın bakın nası güldü nası dans etti nası yedi. Bakın ne şeker... Hepimizde var değil mi. O kadar çok seviyoruz ki onları insanlar da görsünler şirinliklerini istiyoruz.

Hele ki artık instagram herkesin elinin altında. Herkes kendisinin kedisinin köpeğinin çocuğunun evinin vs. resmini çekip paylaşıyor. Ne kadar çok insan beğenirse hoşumuza gidiyor. İnsanların çocuklarımıza Maşallah demesi, sevmesi bizi mutlu ediyor. İnstagrama fotoğraf yüklemek, artık o arkadaşlara evde fotoğraf göstermek gibi bir şey, sıradanlaştı. Bundan 10 sene önce olsa kıyamet kopmasına sebep olacak şeyler artık olağan...

Çocuklarının resmini sosyal medyada paylaşmamayı becerebilen kadınlara hayranım ve her ne kadar uygulayamasam da onlarla hemfikirim. Sadece iyi niyetleriyle çocuklarının fotoğraflarını koyan ana babaların istismarcı olduğunu düşünmüyorum; bunu iddia etmek kabalık ve anlayışsızlık olur. Kim çocuğunu niye istismar etmek istesin. 

Fakat şöyle de bir gerçek var ki paylaştığımız fotoğrafları biz ne niyetle koyarsak koyalım bizimkinden ziyade ona bakanın niyeti daha önemli. Bugün bazı etiketleri (hashtag) gezerken bol miktarda çıplak bebek fotoğrafı -özellikle erkek bebek ne kadar meraklıyız pipi göstermeye- gördüm ki ben buna şiddetle karşıyım.

Lütfen, kendimizin asla paylaşmayacağımız kıyafet ve pozisyonlarda çocuklarımızın fotoğraflarını paylaşmayalım. Bu benim şahsi fikrimdir isteyen istediğini yapar o ayrı mesele.

Kısaca internette çocukların resmini paylaşmak çocuk istismarı değildir. Ama çıplak video ve resimler de
 sınırları zorlar. Çocuk istismarı sadece cinsellikle de alakalı değildir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Koruma Biriminin hazırladığı listeye göre çocuk istismarı:

1-Çocuğu sözel olarak hırpalamak
2-Çocuğu gereksiz yere ağlatmak
3-Çocuğu pornografik malzemeye veya davranışlara maruz bırakmak
4-Çocuğun dokunulmasını istemediği yerlerine dokunmak
5-Çocuğu kendine dokunmaya zorlamak
6-Çocuğun özgüvenini kırmak
7-Öfkeyi, gerginliği azaltmak için çocuğu örselemek itip kakmak
8-Çocuğu kendi çıkarları için kullanmak
9-Çocuğa yeterli bakım sağlamamak örn: kirli çıplak aç bırakmak
10-Çocuğu hizmetçi gibi kullanmak
11-Çocuğu dinlememek
12-Çocuğun duygusal gerksinimlerini göz ardı etmek
13-Başka işler yaptırarak çocuğun eğitim ve hobileri için kullanacağı zamanı harcamak
14-Okulda çocuğa vurmak veya aşağılamak
15-Çocuğun tıbbi gereksinimlerini göz ardı etmek
16-Çocuğun eğitim gereksinimlerini göz ardı etmek
17-Zarar verecek durumlarda çocuğu denetimsiz bırakmak

KANTAR

Günlerdir hepiniz bebeğinize çocuğunuza yetişkin evlatlarınıza bakıp bakıp duruyorsunuz değil mi, içiniz titriyor. Ya bizim başımıza gelseydi, ne malum gelmeyeceği diyorsunuz. Anne ya da baba farketmez; artık çocuğunuzu apartmanın önünde servis beklemesi için yalnız bırakamıyorsunuz... 

Bugün arkadaşım aradı ve geçen hafta Kozyatağı Carrefour'da gerçekleşmiş bir olayı anlattı. 12 yaşındaki bir erkek çocuğu tuvalete giriyor, annesi de erkekler tuvaletinin önünde bekliyor. Çocuk içeriden çıkmayınca kadın oradaki erkeklerden birine rica ediyor oğluna bakması için. Bütün kabinlere bakılıyor ve çocuk kabinlerden birinin içerisinde kanlar içerisinde tecavüz edilmiş olarak bulunuyor. (Edit: Bu olayın doğruluğunu bilmiyorum ama farkeder mi benzer yüzlercesi var)

Kadın kapının önünde oğlunu bekliyor, herhangi bir yere bırakmış değil... 2 metre ötesinde gerçekleşiyor olay; bayıltmışlar yavrusunu... Bizim burnumuzun dibinde AVM deki binlerce insanın içinde.... 

Allah aşkınıza mevzu açıklık kapalılık dindarlık dinsizlik değil görmüyor musunuz?! 

Bu ülkede tecavüz ve tacize uğrayan erkek ve kız çocuklarının, kadınların sayısı milyonu geçer... Üstelik en yakınları tarafından; babaları, ağabeyleri, komşuları, kuzenleri, yeğenleri vs. vs. Hatırlayın yaşlı bir teyzeyi gasp edip tecavüz etmediler mi?

Konuyu şuraya getireceğim. Lütfen idam/işkence diye gaza gelmeyin. "Gaza gelmek" tabirini kullanıyorum çünkü benim de çok sık düştüğüm bir hata bu. Dönelim öz eleştiri yapalım. İşkence, insan haklarına aykırı  muamele ve ölüm cezası bu işin çaresi değil. Biliyorum ki hepimizin yüreğine su serpecek bu yöntem peki ya sonra? Bitecek ve engel olacak mı sanıyorsunuz? O zaman neden Suudi Arabistan'da  kadınları kaçırıyorlar, neden İran'da yan villadaki toplantıyı basıp kadınlara tecavüz ediyorlar?(İran'a gittiğimde gözlemlediklerimi yazacağım bir yazımda)

Cezanın rehabilitasyon  amacıyla olması daha yapıcı bir çözümdür. Yani intikam ve öç duyguları ile hareket etmek, kısasa kısas kuralını uygulamak anlık bir gönül ferahlığı vermekten öteye gitmeyecektir. Bunun en güzel örneği İran'da oğlunu öldüren katili darağacından alan,, oğlu öldükten sonra başkasının oğlunu öldürseler ne çare edeceğini bu yüzden "Ben affediyorum Rabb'im affetsin" diyen Samire Anadır. 

Ayrıca unutmayın ki ihkak-ı hak yani kişiler eliyle zorla hakkını arama çabası kanunen yasak ve de çok tehlikelidir. Arkadaşlar, hukuk kanun nizam bunun için vardır. Bir gün öyle bir noktaya geliriz ki herkes kendince haklı olduğu konuda hak arama çabasına girer ise ortalığı kan götürür. 

Neden mi? Niye, herkes sizinle bir düşünüyor mu sanıyorsunuz, ne kadar manyak, anlayışsız, algısı farklı insan var görmüyor musunuz? Ya bir gün o kimseler onlara haksızlık ettiğinizi düşünerek size kendi yöntemiyle ceza uygulamaya kalkarsa? Unutmayın AYARIYLA OYNADIĞINIZ KANTAR GÜN GELİR SİZİ TARTAR!

Okumadan, bilinçlenmeden, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak toplumca düsturumuzdur. Ama artık buna bir dur demek gerekli. Şeriatı ve hukuk devletini, bu ikisinin gerekliliklerini tartışırken bile görüyorum ki bilgisiz aymaz insanlar ortalıkta atıp tutuyorlar.

Ben  inanan ve inanmayan herkese öncelikle  Kur'an-ı Kerim'in Türkçe Mealini (mümkünse iyi bir çeviri olsun), devamında Kur'an-ı Kerimin vahyolunduğu dönemi anlatan sosyoloji ve tarih kitaplarını (bir örnek vermem gerekirse William L. Cleveland'ın yazdığı Modern Ortadoğu Tarihini öneririm); Hukuk Felsefesi Eleştirisi ( Hegel)- Çağdaş Hukukçular Derneği'nin küçük bir kitapta topladığı Engels-Marx Devlet ve Hukuk Üzerine (Bu derneğin ya da başka bir derneğin üyesi değilim; denk gelmiştim iyiki de almışım pratik bir kitap olmuş)-Platon Devlet ve Sokratesin Savunması'nı okumasını, bunları okuyarak biraz görüş açısını ve söylemlerini zenginleştirmesini  naçizane tavsiye ediyorum. Ayrıca biraz empati ve hoşgörü üzerine okumak da faydalı olabilir.

Sevgilerimle

16 Şubat 2015 Pazartesi

SUÇ DUYURUSU DİLEKÇESİ


 İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI ‘NA


ŞÜPHELİ                       :NİHAT DOĞAN
                                         İSTANBUL

SUÇ                               :TCK M.125 Hakaret
     TCK M.130 Kişinin Hatırasına Hakaret
     TCK M.214 Suç İşlemeye Tahrik
     TCK M.215 Suçu ve Suçluyu Övme
                                        TCK M.216 Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama
  TCK M.301 Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin    N    kurum ve organlarını aşağılama
                                              
                              ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDA KANUN M.1/2/3

SUÇ TARİHİ                :14.02.2014

AÇIKLAMALAR           :

                                   Özgecan Aslan’ın hunharca katledilişinin üzerine “ İyilikle olmazsa vallahi zorla, Benim olmazsan taciz ederim,  Bana gelmezsen yer bitiririm” şeklinde şarkılar yaparak ünlenmiş şüpheli; Twitter hesabından “SİZ DE MİNİ ETEĞİ GİYİP, SOYUNUP LAİK SİSTEMİN AHLAKSIZLAŞTIRDIĞI SAPIKLAR TARAFINDAN TACİZE UĞRAYINCA DA BAS BAS BAĞIRMAYACAKSIN” diyerek

1-      Merhume Özgecan Aslan’ın mağduru olduğu olaya sanki kıyafeti ile bilerek sebebiyet verdiğini beyan etmiş ve bu şekilde giyinen kadınların böyle bir harekete maruz kalmasını normalleştirmiş;
2-      “Laik sistemin ahlaksızlaştırdığı” kişiler diyerek Anayasanın 2 nci maddesi le koruma altına aldığı laik yönetim şeklinin kişileri ahlaksızlaştırdığı ve sapkın kişiler yetiştirdiğini iddia ederek Türkiye Cumhuriyeti Devletini aşağılamış;
3-      Üstelik böyle bir vahşeti normalleştirerek kapanmayan kadınlara tecavüz ve taciz edilmesini de normalleştirerek kendisi gibi düşünen insanları suça teşvik etmiştir.
4-      Tüm bu söylemlerinin İslam’a dayandığını iddia ederek ifade ettikleriyle bütün samimi duyguları ve inançları ile dinin gereklerini yerine getiren ve bu hunharca vahşeti şiddetle kınayan gerçek Müminleri de sanki kadın açık giyinirse tecavüze onay veriyormuş gibi göstererek topluma nefret tohumları saçmıştır.

Aynı zamanda yine aynı gün atmış olduğu şu twit ile “BOŞ GEVEZELİK
YAPMA, CANİLİĞİ DEĞİL AHLAKSIZLIĞA PRİM VEREN LAİK AYDINLARIN CAHİL EMBESİL VE FİKRİ ZİFİRİ OLDUĞUNU SAVUNUYORUM” diyerek

1-      Devletin laik biçimde yönetilmesi gerekliliğine inanan tüm şahıslara CAHİL EMBESİL VE FİKRİ ZİFİRİ diyerek alenen sövmüştür.

Tüm dinlere mensup, ırkı ve mezhebi ne olursa olsun tesettürlü yahut
mini etekli, başı açık yahut kapalı tüm kadınların bu şekilde aşağılanmasını; taciz ve tecavüzün bu şekilde meşrulaştırılmaya çalışılması kabul edilemez.

Ayrıca yine bundan bir hafta önce, şüpheli atmış olduğu şu iki twit ile de
“İSLAMIN YERİNE CUMHURİYETİ, KUR’AN IN YERİNE DE LAİKLİĞİ GEİTİRİP BU MİLLETİ YOZLAŞTIRIP AHLAKSIZLAŞTIRANLARIN, NAMUS TİMSALİ OLMASI HÜKÜMSÜZDÜR”
“PEZEVENGİ VERGİ REKORTMENİ YAPARAK FUHUŞU AHLAKSIZLIĞI MEŞRULAŞTIRIP MİLLETİN GENLERİNE İŞLETEN LAİK SİSTEMİN TOPLUMUNDAN NE BEKLİYORSUNUZ” diyerek yine Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyetini ve Türk toplumunu ahlaksız cahil diye aşağılamış ve alenen sövmüştür.

Ve Türkiye Cumhuriyetinin ve laik sistemin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Merhum MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’e alenen ve saygısızca hakaret etmiştir.

YUKARIDA AÇIKLANAN SEBEPLERLE ŞÜPHELİNİN CEZALANDIRILMASINI ARZ VE TALEP EDERİM.16.02.2015

                                                                                                                      MÜŞTEKİ




15 Şubat 2015 Pazar

MAKSAT MUHABBET OLSUN ACILAR ŞÖYLE DURSUN



Bizim oğlan dişi pörtletince, ne kadar zamandır aklımda olan diş buğdayı partisini hemen yapayım dedim. Benim amacım "Ayy yapmazsam çatlarım" değil, "Konu komşu toplaşmış oluruz" du.

Şehir hayatında öyle oluyor ki yan apartmandaki komşunuzla bile görüşemiyorsunuz; zira hayat çok hızlı akıp geçiyor hiçbir şey için vakit bulamıyor insan. İşten geç gelip çocuk yıkandı uyutuldu yemek yendi mutfak toplandı derken nası uyuyup da sabah olduğunu anlayananız var mı? Hafta sonu nasıl geçti fark edeniniz var mı?

Oğlum 3 aylıkken sünnet olunca 40 ve sünnet mevlüdünü de bir yapıp 7 düveli çağırmıştım. Konu komşu arkadaş, akraba, dünür,bilen bilmeyen, seven sevmeyen herkes bir aradaydık.

Bugün de öyle oldu. Arkadaşlar, komşular, eş dost hep beraberdik. Yedik içtik hasret giderdik. Bebişleri sevdik. Özgecan'ı andık; hatta içimizde Tarsus'lu olup o TOK'larla çok yolculuk yapmış bir kişi de vardı onun anlattıklarını hayretle dinledik. Ülkenin şirazesi niye kaydı onu konuştuk, bunu başka bir yazıda yazacağım. Sosyalleştik...

Diş buğdayının eski bir geçmişi  var mıdır bilmiyorum. Ama birçok büyüğümden benzer şeyleri duydum; mesela benim dişimi ilk halam görüp bana hediye almış ve kek börek yapıp maaile küçük bir kutlama yapmışlar. Sanırım bu gelenek eskiden de vardı ama şimdi geleneğin görüntüsü değişti. Özel bardaklar çanaklar flamalar süsler püsler...

Yahu eskiden mevzu para değildi ki eskiden bunlar yoktu. Ben hatırlarım gazete kedi köpek şeklinde yüz maskesi verirdi de bütün mahallenin çocukları takar gezerdik; yarımız havlar yarımız miyavlar. Barınağa döndürürdük mahalleyi... Neyse...

İşte ben de dedim ki maksat muhabbet olsun .

İki günlük küçük bir çalışma sonucu yiyecek içecek hazır ettim. Annemin ve kız kardeşimin desteği olmasa tabi ben altından tek başıma zor kalkardım. Ayrıca gelirken elleri kolları dolu gelen tüm misafirlerime onlarca kez teşekkür ederim. Hepsi çok zahmete girmişler,  keselerine bereket yağsın ağız tadları hiç bozulmasın inşallah.

Tabi diş buğdayına adını veren buğdaydan yapılan aşuremsi bir tatlı varmış; internetten araştırdım ama ben aşure de sevmediğim için  şöyle yaptım; buğdayı haşlayıp ceviz ve balla karıştırdım; üzerine süzme yoğurt onun da üzerine küp küp meyveler kesip ve tarçınladım. Hem hafif hem yapımı kolay.


Bir de dün gece 3 e kadar kardeşimle uğraştığımız şeker hamurlu kurabiyelerimiz var. Akıl karı değil arkadaş, bu işi yapan kardeşlerimiz var, onlara sipariş vermek mantıklı. (Hoş olayı çözünce keyifli ama sırtımız ağrıdı).  Hayır şeker hamuru denen şey bela gibi bir şey, koyarsın tezgaha yapışır, altına nişasta serpersin hamur nişasta olur beyaz beyaz rengi kaçar, ıslatırsın üzeri leke olur. İnce iş yani. Ayrıca yok efendim silikon merdaneyle açacakmışsın hamur çatlarmış ahşapla yapmak için üzerine yağlı kağıt koymak lazımmış; ayrıca kurabiyeleri önden pişireceksin az pişmeyecek büyümeyecek çok pişerse aman dikkat küçülmeyecek. Anlatırken bile içim daraldı. Ama yaptık. Azimli sıçan duvarı deler biliyorsunuz. Ha bu arada,  siz de bu deyimi farklı biliyorduysanız şunları da okuyun derim:



Neyse azmettik ve başardık. Kurabiye paketlerimizin içine de "Kaldırım Magandası Olma" afişlerimizi yerleştirdik. Kurabiyeler tedavüle girdikçe broşürlerimiz de dağılacak ve daha çok insan tarafından okunacak. Yeri gelmişken, broşürleri şu adresten indirebilirsiniz:  http://i.imgur.com/O00dRP3.png



 Siz de broşürlerinizi arabalara koymakla sınırlı kalmayın; hediyelerinize, postalarınıza ekleyin.
Daha çok daha çok insan görsün. Evet hazırlıklarımız bu şekilde tamamlanınca sağolsun eş dostta yaptığını getirince çaylar meşrubatlar; küçük bir gün ayarında geçti bütün gün. (Günlerle ilgili bazı anılarımı daha sonra yazacağım)

İlk defa evimize o kadar çok çocuk geldi. Bir an düşündüm seneler sonra inşallah evimizde böyle doğum günleri, toplantılar,çoluk çocuk sesleri kalabalık eksik olmayacak. Dilerim hepinizin evinden çocuk sesleri neşe ve huzur eksik olmaz.

Neyse, bebekler yerlerde yuvarlandı, daha büyük çocuklar çığlıklarla ortada koşturdu, oğluş kendisine gelen hediyelerin henüz farkında olmadığı için onun yerine büyükler büyük bir keyifle açtılar paketleri.
;


 Sonra yine bir adet varmış; çocuğun önüne bazı meslek gruplarına ait bir takım eşyalar koyuyorsunuz. Çocuk önce hangisini tutarsa o mesleği icra ediyormuş. Ne diyeyim yapmazsam olmazdı. Ben oğluşun önüne yönetmen/fotoğrafçı mı olacak diye fotoğraf makinası, doktor mu olacak diye enjektör, müzisyen mi olacak diye cd çalar, hukukçu mu olacak diye anayasa, ressam mi diye fırça, yazar mı olacak diye kalem, zanaatkar mı olacak diye makas, hayvansever bir veteriner mi olacak diye oyuncak kedi....

 Tam ortaya Anayasayı koymama ve ısrarla da tezahürat etmeme rağmen eğildi uzandı dokundu tutmadı Anayasayı!!

Önce kendini öne eğip sağ eliyle makas ve kalemi sol eliyle fırça ve anayasayı tuttu. Aha dedim anasının oğlu her iş gelir elinden ama sonra hepsini bırakıp kalemi tuttu. Evet Yazar olacak oğlum!!!

Bunlar tabi naif inanışlar ama eğlenceli, güzel anılar biriktirdik bugün. Güzel resimler çekip güzel dileklerde bulunduk...


Sonra bir de geldiğinden beri anasını yiyen Zeynomuz vardı. Gidelim gidelim diye ağlarkene yaşıtı Rıza bir de kankaları İpek ile Neşe gelince
keyfi bir yerine geldi bir yerine geldi ki gitmeleri gerektiğinde kendisi Şekil A1'deki gibi ağlıyordu.


 Koltuktan baş aşağı sarkan vatandaş da Rıza olur. Rızayı görünce yutkundum. Yutkundum ve 3 sene sonra oğlanı hayal ettim. İnşallah sadece baş aşağı sarkmakla yetinir bizimki...

Evet Sevgili dostlar, ben bayramları, başka dinden arkadaşlarımın kutsal günlerini, çocuklar için özel olan günleri hep severim. Mesela bugün annemin arkadaşları da katıldılar bize; seneler önce bizim doğum günümüz, mezuniyetimiz; onların çocuklarının doğum günleri kutlanırken bugün benim oğlumun dişi vesile oldu bu toplaşmaya. Benim için özel günler ; Sevgililer günü, anneler günü , babalar günü vs gibi kapitalist sistemin para harcatmak için yarattığı günler değil; böyle bizlere özel anlamı olan günlerdir. Sizin tontişlerinizin de buğday gibi tane tane dişleri olması dileğimle...




13 Şubat 2015 Cuma

TECAVÜZ VE İDAM

Güzel Özgecan'ın katlinden sonra profilime gelen yorumlardan sonra anladım ki böyle bir yazı yazmam gerekiyor.

Sizi kanunlara maddelere akademik yazılara boğmayacağım. Kısaca İdam'ın kaldırılma sürecini özetleyeceğim. Türkiye'de son idam 1984 'te infaz edilmiştir. Ondan sonraki idamlar infaz edilmeden müebbete döndürülmiştir

Abdullah Öcalan'ın 99'da kesinleşen idam cezası da bekletilip infaz edilmeyenlerdendi. O dönemde AB Uyum Yasaları kapsamında  idam kaldırıldı. Yani Öcalan'ın idam cezası kesinleşti ve kanun çıkana kadar infaz bekletildi. Bunu arkasındaki siyasi beklentiler ve gerçekler nedir bilemiyoruz....

Zaten 84'ten beri fiilen uygulanmayan idam cezası resmen de kaldırılmış oldu.

İdam yeniden gelir mi? Bazen sokaklarda idam geri gelsin diye imza toplayanları görüyorum ki nafile bir çabadır bu. Zira Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği'nde "Kimse ölüm cezasına çarptırılamaz" kuralı katı biçimde uygulanmaktadır. Türkiye'de tekrar idamın gündeme gelmesi AB' nin Türkiye'yi kesin biçimde muhatap almaktan vazgeçmesine sebep olur. Sanki çok mu muhatap alıyor derseniz, o ayrı mevzu tabi.. Ama sonuçta olay sadece muhatap almayla alakalı değil işin ucunda siyasi bir kriz var. Üstelik idam uygulanan ülkeler de gelişmiş ülkeler nezdinde acımasızca eleştirilir; örneğin Amerika, Çin bu eleştirilere hep maruz kalır.

Massachussets Eyalet Mahkemesi'nin bir kararı vardı (Sanırım 70'li yıllara ait bir karar): Bir kadın saat 10'da sigara almak istiyor ve evine yakın, tek açık yer olan bir bilardo salonuna giriyor ve orada bilardo salonundaki adamların tecavüzüne uğruyor. Mahkeme ise bir kadın o saatte o bilardo salonuna gidiyorsa, tecavüzü haketmiştir kıvamında bir karar vermişti. Ünlü kot pantolon kararını da bilirsiniz. ( Jeansler çok dar olduğu için kadının rızası dışında çıkması mümkün değildir)
Bu konuda bir tez kitaplaştırılmıştı "Tecavüz sadece erkek o anda orada bulunduğu için onun problemidir" diyordu.

Bizde de Rahmetli Münevver Karabulut dosyası için "Kızınıza sahip çıksaydınız" gibi bir yorumlar yapılmıştı ki şimdi beyninie oksijen gitmeyen bazı kişiler Özgecan içinde aynı yorumlara yelteniyorlar.

İdam kurutuluş yolu değil hanımlar en icten hislerimle gebermelerini istesem bile.... Ceza cezalandırmak için mi olmalı rehabilite etmek için mi? İlkel duygularla suçlunun canının yanmasını isteyelim, canını da yakalım , peki sonra? Bir keresinde tecavüzcüleri mahkeme salonundan çıkınca hapishaneye götürene kadar dövdüklerini söyleyen bir jandarmayla konuşmuştum.Sonuçta idam ya da o suçu işleyene bir takım fiziksel tedaviler uygulamak (kimyasallarla hadım etmek ki bu tamamen insan haklarına aykırı) o anlık bir çözümdür. Bu nedenle çoğu ülkede idam cezası yoktur.

Suç işleyenlerin arasında bile bir saygınlık olduğunu biliyor muydunuz? Suçlular tarafından bile sevilmez TECAVÜZCÜLER.. Burada anlatamayacağım hikayelerden anladığım; hapishanede de hayatları pek kolay olmuyor.

Bunlar bir yana, idamın geri gelmesi de pek olası görünmediğinden çözüm ne olabilir? Çözüm erkek çocuklarına kadına saygı duymasını ve sevmesini öğretmektir. Mini etekle çıkarsan/ o adamlarla gezersen gibi kadını suçlayıcı söylemlerin de tez zamanda bırakılması gerekiyor. Çünkü hiçbir erkeğin hiçbir sebeple bir kadına tecavüz etme hakkı yoktur bunun bahanesi olamaz!!




12 Şubat 2015 Perşembe

KEDİLER VE BEBEK

Senelerdir kedi beslerim. Kedilerimi de hep sokaktaki bebeklerden seçtim. Aslında ben onları değil onlar beni seçti , kimisi peşime takıldı eve kadar takip etti, kimisi miyavlaya miyavlaya gönlümü fethetti...
Sonuçta hayvanların satılmasına şiddetle karşıyım. Cins diye satılan çocukların çoğu genleriyle oynanarak üretilir ve kronik acılara maruz bırakılır. Bu gerçeği bilmeyen "iyi niyetli" hayvan severler de küçük bir servet ödeyerek sektörün büyümesine vesile olurlar.
Neyse, konumuz bu değil.
Konumuz kedili evde bebek büyür mü, bebek olan eve hayvan girer mi? Tahmin edersiniz ki bu konuda da çok bilmiş ahaliden çok sayıda nasihat gelmiştir. Üstelik hiçbir bilimselliği yoktur; "bir arkadaşın kedi sebebiyle ciğerlerinde kist oluşan hurefe çocuğuna" dayanır anlatılanların çoğu da.O aile kimse, lütfen çıksın ve buna bir DUR desin!
Bu arada resimde Ayşe, erkek olmasına rağmen ısrarla BEhlülü emmeye çalışıyor; Behlül de pes etmiş tüylerini kemirmesine izin veriyor. Böyle iyi anlaşıyor bizim iki kardeş.

Evde hayvan beslemek tercih meselesidir tabi. Seven var sevmeyen var, titizi var sorumluluk almak istemeyeni var. Hepsi kabulüm. Ama kedi beslemek isteyen şu gebeleri rahat bıraksınlar n'olur. Ben size anlatayım bizde nasıl oldu:

Gebelikten önce toksaplazma geçirip geçirmediğimi öğrenmek için test yaptırdım. Bu testi tüm sağlık kuruluşları talep halinde yapıyor.Gebeyken de yaptırabilirsiniz. Toksaplazma işte bu meşhur "düşüğe" sebep olan hastalık. (Tıbbi bir terim olduğun için hastalık mı denir emin değilim, bilenler düzeltsin). Neyse, eğer toksaplazma geçirdiyseniz,  kedi sebebiyle düşük yapmanıza imkan yok. Fakat ben geçirmemiş çıktım. Ayrıca sizin kediniz toksaplazma parazitini taşımıyor bile olabilir; çünkü bu parazit her kedide de olan bir şey değil. Hatta kedilerden kan örneği alıp onlara da toksaplazma testi yapan labravutarlar var. İsterseniz bunu dahi yaptırabilirsiniz; ben gerek görmedim.

Doktorum ve veterinerimle görüştüm hemen. Bana, kedilerin tuvaletini artık benim temizlememem gerektiğini söylediler. Fakat devamında bir uyarı daha yaptılar; aynı şekilde çiğ et, iyi yıkanmamış sebze ve meyvenin de toksaplazmaya sebep olabileceğini, kedilerin bu üçünden şu aşamada daha az zararlı olduğunu söylediler.

Hamilelğim boyunca az pişmiş etten, dışarıda salata yemekten imtina ettim ve kedi tuvaletlerini eşim temizledi. Eşi bu işe yanaşmayanlar korkmasin, eldivenle temizleyebilirler. Aslında işin aslı şu ki o kakali kumu agziniza bulamaniz lazim toksaplazma kapmaniz için. o da eger kediniz bu paraziti tasiyorsa!

Eğer kedileriniz dışarı çıkmıyorsa, yedikleri yemek belliyse içiniz rahat olsun. Fakar kediniz sürekli dışarı çıkıp eve giren bir kediyse aşılarını hiç aksatmayın ve temizliğine son derece özen gösterin derim. Bizimkiler hiç dışarı çıkmıyorlar, yemekleri ve tuvaletleri de sürekli temizleniyor. Ayrıca aşılarını ve ilaçlarını aksatmıyorum. Tüy ve tırnak bakımlarını da özenle yapmaya çalışıyorum. Sonuçta bir bebek varken evdeki hayvanın aşılarını özellikle kist aşılarını aksatma akıl karı değil.

Velhasıl, hamileliğim boyunca Behlül ve Ayşe'yle koyun koyunaydık. Bazen oğlum karnımı tekmelediğinde Behlül kafasını kaldırır adeta n'oldu der gibi bana bakardı. İnanın Ayşe'nin de karnımı koklayıp karnıma baktığına defalarca şahit oldum.

Her ne kadar rahat olsak da kafamızdaki asıl soru çocuk doğunca "Kediler ne yapacak" sorusuydu.
Oğlumu ilk eve getirdiğimizde kameraları açtık,  fenomen bi video çekeceğiz derken bizimkiler oğlanı kokladılar ve çekip gittiler. Kedi sahipleri, bir kedinin eve gelen poşeti bile dakikalarca kokladığını onunla oynadığını ya da tısladığını bilir. Bizimkilerin bu tepkisizliği bize gösterdiki, tüm hamileliğim boyunca Behlül ve Ayşe Ali Yiğit'i hissetmiş , fark etmiş ve varlığını kabul etmişler.

Sonrasında her ikisi de hiçbir kötü hamlede bulunmadan hep Ali Yiğit'in yanında yatmak istediler. Onu sıcak tutmak için.Yanlarında olduğum zaman beraber uyumalarına izin verdim.Ne Ali Yiğit'i onlardan kaçırdım ki bu saçma olurdu, ne de onları oğlum geldi diye dışladım. Ali Yiğit şimdi, dışarıda kuş görse bile ilgi ve hayretle biraz da korkuyla bakarken kedi görünce garipsemiyor. Hemen elini uzatıp tüylerine dokunmaya çalışıyor.
Mesela bazen nedendir bilmem Behlül'e bakıp kahkaha atıyor. Behlül de bozulup arkasını dönüyor. Ayşe sürekli Ali Yiğit'in peşinde, galiba kendi boyuna yakın olduğu için onu arkadaşı sanıyor.

Biz iki kedi bir bebek yaşıyoruz anlayacağınız. Oğlan mutlu, kediler mutlu, e çocuklar mutluyken biz de mutlu. Olmayacak şey değil yani. Eğer kedi beslemek isteyen bir gebe ya da potansiyel gebeyseniz, sağlık testlerinizi, evinizin şartlarını hazırlayın; doktorunuz ve veterinerinizle görüşün.



Korkulacak bir şey olmadığını göreceksiniz.

Selamlarımlar.

10 Şubat 2015 Salı

NEREDEN GELDİM NEREYE GİDİYORUM?

1987 doğumluyum. İstanbul Üsküdar'da doğdum. 12 yaşındayken Kadıköy'e taşındık. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne 2005 senesinde girdim ve 2009'da mezun oldum. Avukatlık stajımı bitirir bitirmez kendi ofisimi açtım. Evimiz şansa ofisime yakın denk geldi;çocuk olunca kolay gelir giderim diye çok mutlu oldum, ama ofisimin girişinde koca koca merdivenler olduğu için -rampa da yok tahmin edersiniz- ofise çok fazla gidemiyorum...

Yaklaşık 2.5 senedir evliyim. Çok şahane bi adamla evlendim. Ama eşimle ilgili yazılıp çizilmesi hoşuma gitmiyor.Farkındaysanız resimlerini de paylaşmıyorum. Çünkü kendisi de hoşlanmıyor bu durumdan. İnsanların neden bu duruma saygı duymadıklarını merak ediyorum...

7.5 aylık dünya tatlısı bir oğlum var. İsmi Ali Yiğit. İşte her şeyin sebebi olan minik melek.

Evimizde iki kedimiz var. Biri Behlül biri Ayşe. Oğluşla çok güzel anlaşıyorlar.

Babam son derece geleneksel bir adamdır. Bir gün "Benim kitabımda yazmaz" demesi üzerine sırıtarak kendisine "Hacı ver de ben de okuyayım o kitabı" dedim diye beni kovalamışlığı vardır. Annem ise yazın kız erkek karışık çay bahçesine gittiğimizde yandaki hışırdayan çalılardan kafasının gözükmediğini sanan dedektif ruhlu bir kadındır.

Kız kardeşim Can'dır. Bana kesinlikle oğlumun da kardeşi olması gerektiğini düşündüren tek insandır.

Bana gelince,

İngilizce, Fransızca ve Farsça biliyorum. Almanca da öğrendim ama nasıl öğrenmişsem aklımda bir cümle bile kalmamış. Kanayan yaram Arapça'dır. Senelerdir evime yakın, gidebileceğim mesafede kurs bulamadığım için "Arapça konuşamıyorum habibi" seviyesinden yukarı gidememiş bulunmaktayım. Rusça'da öğrendim, hala da Rusça bir şey önüme geldiğinde okurum, ne olduğunu anlamadan okurum. Zerre anlamam. Bu iki dili öğreneceğim inşallah. 

Hayatım boyunca kitapları çok sevdim. Anlamadığım dillerde olsa bile alırım kitapları, sayfalarına bakarım uzun uzun. Okuyabildiğim dillerde ise sürekli okurum. Değişik görüşleri ,inançları, anlayışları ve felsefeleri okumayı severim. Farklı şeyler okumak, farklılıkları tanımak ve neden farklı olduklarını anlamaya çalışmak insanı olgunlaştırıyor, tahammül etmeyi ve saygı gösterebilmeyi öğretiyor. Hem de kızgınlığınız azalıyor biliyor musunuz? İnsanlara kızmayı bırakıyorsunuz. İnsanlara neden sizi anlamıyorlar ya da neden sizden farklılar diye kızmayı bıraktığınız an hoooop kuş gibi oluyorsunuz. Küçük bir ipucu.

Örgü örmesini çok severim. Babaannem öğretti küçükken. Örerken uzun uzun düşünürüm, neler geçer aklımdan; oğlanı büyütürüm ikinciyi üçüncüyü yaparım; onları evlendiririm torunları severim; sonra yok fazla açıldım deyip eskilerden bir şeyler düşünürüm. 

Dikiş dikerim bir de. Makinem, kumaşlarım ve ipliklerim sürekli düşüncelerle dolu olan kafamı bir nebze rahatlatır, elektriğini alır. Üstelik sonunda çok da güzel şeyler çıkar ortaya. Güzel dediysem güzelliği maneviyatında. Ruhum doyar kendim el emeğimle bir şeyler ürettim diye. 

Kurabiye pişirmesini, pasta, börek yapmasını da severim. Fırından mis kokular geldi mi çay da ocaktaysa içimi huzur kaplar. Eskiden evimizde soba vardı, üzerinde ekmek kızartırdık. O günler gelir aklıma. Oğlumun ve gelecekteki çocuklarımın (kısmet, hayırlısı) da huzurlu çocukluk anıları olmasını arzu ederim hep. 

Genel olarak fark ettiğiniz üzere insanların düşüncelerini, tabularını ve dayattıklarını kabul etmeme eğilimindeyimdir. Mutlu olduğum gibi yaşamak benim için önceliklidir. Sonuçta şu dünyada kaç gün yaşayacağım ki! Mutsuz geçirilen her gün ziyandır haramdır günahtır! Biraz mutlu olmayı öğrenemez miyiz? Bunu başka bir gün konuşuruz.

Ben hep böyle bir insandım. Haksızlığa hiç tahammül edemedim, adaletsizliğin olduğu yerde sessiz kalamadım. Lafımı hiç esirgemedim, dobralıkla patavatsızlığın arasındaki ince çizgiyi hep tutturmaya çalıştım, açık sözlülük namına insanları kırmamaya özen gösterdim.

Tabi her zaman dosdoğru olamayabilir insan, bu nedenle hatalarımı kabul etmeyi özür dilemeyi, alttan almayı, nefsimi köreltmeyi öğrenmeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu yakın çevreme sormak lazım.

Hayatta her zaman her şeyin bir gömlek üstü vardır; daha güzeli, daha zengini, daha akıllısı, daha çalışkanı, daha mutlusu vs vs... Neyle neden yarışayım? Kendi egolarını beni /seni aşağılayarak tatmin etmeye çalışan ya da aşağılık komplekslerini değer verdiğin şeyleri küçümseyerek maskelemeye çalışan insanlara neden kulak asayım? Neden onların mutsuzluklarına ortak olayım? Siz neden oluyorsunuz? Bakın böyle hayat daha kolay. Daha basit. Daha sade. Maskeler, ben böyleyimler şöyleyimler yok. İspat çabası yok. 

Özetle bir lokma ve bir hırkayla yaşayacak kadar erememişsem de belki bir nebze ruhumu sadeleştirebilir ve huzura erebilirim diye düşünüyorum.

Geçmişim bu şekilde. Bundan sonrasını beraber göreceğiz. 

Sevgilerimle.



6 Şubat 2015 Cuma

KALDIRIM MAGANDASI

Hazırladığım broşürleri artık tek tek mail atmak için vakit bulamıyorum. Bu nedenle bir siteye yükledim linkini paylaşıyorum.

Resmi buradan indirip istediğiniz kadar bastırıp ya da fotokopi çekip kullanabilirsiniz.

Daha az kağıt israfı olması açısından bir A4 'e dört kare yaptık, kesmesi biraz zahmetli ama değer bence.

Bir de küçük uyarım olacak. Bu broşürleri arabalara koyup plaka paylaşırken dikkat etmemiz gereken bir husus var.

Birisine "maganda" demek suçtur. Bu varlıklar her ne kadar trafik kurallarını ihlal etse hatalı park  etse de bizim kendilerine maganda deme lüksümüz yok. Biliyorsunuz "suç işleme özgürlüğü" diye bir şey olamaz!

Ama biz broşürümüzde kendilerine uyarı/tavsiye ve telkinde bulunuyoruz. Plaka paylaşırken maganda diye yazmayın. Sonra savcılıklardan toplamayayım sizi. Ama plaka ve broşürü paylaşırken kuralarauy, duyarlıvatandaşol, rampavekaldırımadikkatet hastaglerini kullanabilirsiniz sıkıntı yok.
Açıkça plaka paylaşımında da sıkıntı yok.

Yani önemli olan; maganda kelimesini ve açık  plakayı birlikte paylaşmıyoruz.Ama bool bool broşür dağıtıyoruz ve rampalara kaldırımlara parkeden magandalara savaş açıyoruz!!! (Böyle söyleyince suç olmuyor merak etmeyin:))

İşte link:

http://i.imgur.com/O00dRP3.png






ATEŞ BÖCEKLERİ NEREYE GÖÇ ETTİLER?



Üç katlı bir ev düşünün, bahçeli. Köşk möşk değil ha, kaçak. Belediye üç kez yıkmış da rahmetli dedem yeniden yeniden dikmiş. 40 sene evvel bu dediğim. Şimdi alınmış tapusu evrakı. Köşk değil dediysek de küçümsemeyin. Zen bahçesi gibi bir bahçesi var. Dedem bahçıvan çünkü. Gül ağaçları, inciri dutu, vişnesi kirazı, biçilmiş inci gibi çimleri... Turuncu boyası var evin, yer yer sıvaları dökülmüş. Beyaz trabzanları var, binanın etrafını sarmaşık gibi saran.

Ben 7 yaşında mıyım neyim, yaz vakti. Nasıl sıcak. O zaman da Turnike var sanırım yarışma programı.  Televizyonu, çekyatı kapının önüne çıkardık. Çay demlemiş annem. Karpuz kesmişler. Çekirdek de var.

İkinci kattan babaannem üçüncü kattan amcamlar inmiş aşağı. Masalara sandalyelere çekyata doluşmuş ahali. Yan apartman beş katlı. O zamanlar mahalledeki gerçek anlamdaki tek  apartman herkes iftiharla bakıyor. Büyük gri demir kapısı var; apartmanın merdivenleri içte. Karşılıklı ikişer dairesi var. Az değil yani.  O da dedemin kardeşinin, Hasan Amca'nın apartmanı. Neyse, bu apartmanın balkonları bizim bahçeye bakıyor, balkonlarda komşular oturmuşlar her hanede sohbet muhabbet. O apartmanın balkonları boğaz görürdü yalnız. Bugün satın alsan alamazsın.

Köpek havlıyor üst mahalleden. Benim kiloş eteğim var üzerimde ekose desenli, krem rengi. Dönüyorum etek havalansın diye bunu hatırlıyorum. Ateş böcekleri her yerde. Sağımda solumda. Ben döndükçe eteğim havalanıyor, ayağımda kenarı dantelli kısa çoraplar, çorapların üzerinde pazardan alınmış lastik terlikler. Ellerimi açıyorum, ateş böceklerine değiyor o kadar çoklar ki... Gökyüzüne baktığımı hatırlıyorum; silme yıldız.

O televizyonu oraya nasıl çıkardık, sonra gece ne zaman yattık hatırlamıyorum. Sadece ateş böceklerinin içinde nasıl döndüğümü ve havalanan eteğimi hatırlıyorum.

Dün gece uyku tutmayınca fark ettim,sokaklar ne kadar sessiz; köpek havlamıyor. Artık sokaklarda köpek bile yok, var da kendilerine mi yabancılaşmışlar nedir,havlamıyorlar da!. Sonra fark ettim ki kaç yüzyıl geçmiş bir ateş böceği görmeyeli.

Ve sonra, yine fark ettim ki o balkonlardaki komşular yok, dedem yok, o ev yok, vişneyle kiraz ağacı yok, o bahçe kendi halinde, yabanıl otlara esir olmuş; güller yok, incir ağacı var ama dedem gittikten sonra incirleri toplayan yok, dut ağacı da kurumuş diye kesmişler, annemle babam yok; yani varlar ama ayrı ayrılar... Hasan Amca yok, yemeyip içmeyip yedi düvelin dedikodusunu yapan Fikriye Teyze yok...Tüplü televizyonlar yok, kiloş eteğim yok, ateş böcekleri yok. Yok oğlu yok!

Ve ben bazen burnum sızlarcasına özlüyorum olmayan şeyleri...

Bir tek ben miyim yok olan şeyleri özleyen?

5 Şubat 2015 Perşembe

MERHABA

Merhaba!

Instagram ısrarla uzun uzun yazdığım yazıları silince, 10 kişiden de "Neden blog'un yok?" sorusunu duyunca, tamam dedim. Zamanı geldi.

Popülizmi o kadar sevmem ki onlarca kitabı seneler sonra okumuşumdur. Hele şu "Bestseller" "Çok satanlar" raflarına uzaktan burnumu ekşiterek bakarım. Neden bilmem ama herkesin akın akın sevdiği şeyleri ben sevmem.

Ben zaten yeni şeyleri de pek sevmem. Eski kitapları, sahafları, eski plakları, bit pazarlarını, babaannemin tabaklarını, dantelleri falan severim.

Raflarda satılan fabrikasyonları değil de elde yapılmış yumuk yumuk şeyleri severim. Bugün mağazada gezerken gördüm bebek arabası koltuğu için ped yapmışlar. Hemen atladım "Aaaa dikerim ben bunu" dedim. Arkadaşım döndü "Bir şeyi de satın al dikmeyiver boşver" deyince iyi bu seferlik seni kırmayayım dedim. Uzun zamandır ilk defa, dikebileceğim bir şeyi satın aldım. Kendimi değişik hissediyorum. Ama dün gece de çikileta yaptım. Tadı da enfes oldu. Çikolataya karşılık koltuk pedi. Dengeleri koruyorum hala.

Neyse, konu nereden nereye geldi. Instagram yazılarımı da kısıtlıyordu zaten. Artık burada uzun uzun yazarım. Siz de okursanız şahane olur.

Selamlar.